Atatürk, bu genç milletvekillerini dinledi, notlar aldı, sonunda kendisinin de desteklediği bu iki önemli maddeden vazgeçti.
Bu nedenle yazı, “Bu nasıl diktatör? Böyle diktatör olur mu? Yapılan itirazlar üzerine, kendisine verilmek istenen yetkilerden vazgeçen diktatör görülmüş müdür? Atatürk diktatör değil, tam bir devrimci, akıl ve bilime inanan bir önderdi” diyerek bitiyordu.
Sosyal medyada yoğun olarak paylaşılan yazı ile birlikte “Dr. Reşit Galip’i unutmayalım” uyarıları aldım.
Bu nedenle, bu hafta “Böyle Diktatörlük Olur mu?-II” yazısıyla Dr. Reşit Galip’i anacağız.
AYDINLANMA DEVRİMCİSİ
Dr. Reşit Galip, yine bu sayfada yer alan özgeçmişinden de anlaşılacağı gibi Aydınlanma devrimlerini benimseyen, gerçek cumhuriyetçi bir kişiliğe sahipti.
Bir gece Dolmabahçe’de, Atatürk’ün sofrasında, eğitim konuları konuşuluyordu. Dr. Reşit Galip o sırada Halkevlerinin sahneye koyduğu piyeslerde kadın rolleri için Ankara Kız Lisesi’nden, kendi arzu ve istemiyle seçilen öğretmenlere Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’in (Sagay) izin vermediğini belirterek sert eleştiride bulundu ve “Kadın konusu inkılabın en önemli konusudur” dedi.
Milli Eğitim Bakanı Esat Bey (1874-1938) Atatürk’ün Harp Okulu’ndan hocasıydı ve Bursa milletvekiliydi. Atatürk, hocası Esat Bey’e saygı duyuyordu.
Atatürk’ün karşısında konuşan Dr. Reşit Galip, henüz 39 yaşındaydı ve gençlik heyecanını frenleyemiyordu. Atatürk, hem hocası hem de kendi Milli Eğitim Bakanını korumak amacıyla bu konunun uzatılmamasını istedi.
‘SİZİ DE ELEŞTİRİRİM’
Reşit Galip, “Bu inkılap ve düşünce konusudur, düşüncemizi söylememiz gerekir” diye yanıt verdi.
Atatürk soğukkanlılıkla, “Merak etmeyin, her şey düzelecek” diyerek Dr. Reşit Galip’i yatıştırmak istedi. Ancak Reşit Galip konuşmasını sürdürüyordu. Bir ara Reşit Galip, “Devrimci devrimcidir. İnsanlar bir yaştan sonra ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, bakanlık yapacak yetenekte kişiler varken böyle yaşlı kişileri Milli Eğitim Bakanı yapmak hatadır” dedi.
Atatürk, Reşit Galip’i çok severdi. Zekâsını, çalışma gücünü, inkılapçılığını, vatanseverliğini takdir ediyordu, onu kırmak istemiyordu. “Sizi bir kere daha sabır ve sükûna davet ederim. Arzularınız olacaktır” dedi.
Dr. Reşit Galip, “Devrimleri korumak için sizden izin istemem. Bu konuda sizi de eleştiririm” diye yanıt verdi.
Dr. Reşit Galip o kadar doluydu ki iradesine egemen olamıyor, şikâyet oklarını birbiri ardından, bir yaylım ateş gibi açıklıyordu. Sofra ve oturanlar trajik bir havaya boğulmuştu, kimse nefes alamıyordu. Atatürk, üzüntülüydü, fakat soğukkanlılığını kaybetmedi. Sakin ve hoşgörülü bir tavırla:
- Siz böyle konuşmakta devam ederseniz, ben size muhatap olmamakta mazurum, yoruldunuz biraz dinlenin, dedi.
‘BU SOFRA, MİLLETİN SOFRASIDIR OTURMAK BENİM DE HAKKIM’
Reşit Galip, Atatürk’ün bu sözlerine “Beni kovuyor musunuz? Burası milletin malıdır. Burası milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak benim de hakkımdır” diye yanıt verdi.
Sofradakiler merakla durumu izliyorlardı. Atatürk şimdi ne yapacaktı? Diktatörler böyle olaylarda ne yaparlardı?...
Herkesin hayretleri içinde Atatürk, koltuğunu geriye itti… Ayağa kalktı ve “O halde sofrayı terk etmek bize düşüyor” dedi ve sofrayı bırakarak odasına çekildi. Yemek masası tatsız bir biçimde dağılmıştı.
PENCERE KENARINA ÇEKİLİŞ
Sofrada yalnız kalan Reşit Galip, denize karşı bir pencerenin yanına oturdu. Atatürk, yatak odasına çekilmiş, misafirler gitmişlerdi. Reşit Galip sabaha kadar pencere kenarında kaldıktan sonra, sabah Ankara’ya gitmek üzere Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılmıştı.
(Reşit Galip)
‘PARASI YOK AMA KARAKTERİ VAR’
Atatürk, uyanınca Dr. Reşit Galip’i sordu. Tüm gece pencere kenarında kaldığını anlattılar. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu, “Reşit Galip’in yeterli parası olmadığını Ankara’ya dönmek için bir miktar ödünç para istediğini, bu nedenle kendisine 25 lira verdiğini” belirtti. Atatürk bunu duyunca çok üzülmüştü, Tevfik Bey’e:
“İnsan bu durumda bulunan arkadaşına 25 lira mı verir? Hiç değilse benim hesabımdan birkaç yüz lira vermeliydin” diye çıkıştı. Ardından “Adamın parası yok ama karakterinden ödün vermiyor... Parası olmasa da yüreği var” dedi.
Reşit Galip daha sonra, Ankara’dan Atatürk’e yazdığı uzun bir mektupla affını istemişti. Eşsiz lider, mektubu ilgiyle okumuş ve “Nedir, bir kabahati mi var ki?” demişti.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLUYOR
Kısa bir süre sonra Atatürk, bir gece Doktor Reşit Galip’i Çankaya Köşkü’ne davet ederek ilgi gösterdi. O sırada görevinden istifa eden Esat Mehmet (Sagay) Bey yerine 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi.
Şimdi aynı soruyu soruyoruz.
Böyle diktatör olur mu?
Kendisine karşı çıkan bir kişiyi birkaç ay sonra Milli Eğitim Bakanı yapar mı?
Tekrar ediyoruz. Bu tarihi gerçekleri bugünün politikacılarına bir ders olması için yazdık. Ancak ders alırlar mı? n
DR. REŞİT GALİP KİMDİR?
1893 yılında Rodos’ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Rodos’ta tamamladı. Adanın İtalyanlar tarafından işgali üzerine kardeşi Hüseyin Ragıp ile birlikte kayıkla Marmaris’e oradan Aydın ve İzmir’e geçti. Liseyi İzmir’de okudu.
Tıbbiye öğrencisi iken arkadaşları için “Hakikat” gazetesi adlı bir gazete ve “Sivrisinek” adlı karikatür dergisi çıkardı. Gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katıldı, yaralandı. I. Dünya Savaşı’na da gönüllü olarak katıldı.
Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara’da Sağlık Bakanlığı’nda daire başkanlığına getirildi.
Mart 1923 yılında doktorluk yaptığı Mersin’e gelen Atatürk’ün karşısında yaptığı konuşma ile Mustafa Kemal’i etkiledi, iki yıl sonra onun önerisiyle milletvekilliğine aday gösterildi ve Aydın milletvekili seçildi: Şeyh Sait İsyanı sırasında, Ali Çetinkaya başkanlığındaki Ankara İstiklal Mahkemesi’nde üye olarak görev yaptı.
III. ve IV. dönemlerde de Aydın milletvekilliği yapan Reşit Galip, Harf Devrimi hazırlıklarının yapıldığı 1928 Ağustos ayında Cumhuriyet gazetesinde şunları yazıyordu:
“Milli Mücadele deyimini yalnız askeri hareketler dönemine ait saymak doğru değildir. Lozan Barışı, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, mahkemelerin birleştirilmesi, medreselerin, tekkelerin kapatılması, fesin atılması, Türk Medeni Kanunu’nun kabulü, bütün bunlar, Milli Mücadele’nin askeri zaferimiz kadar başarılı aşamalarıdır. Eski harflerde dini bir değer ve nitelik görmek isteyenler cahil değilseler, mutlaka azılı gericilerdir.”
Halkevlerinin kurulmasında etkin rol aldı. Sonradan Türk Dil Kurumu’na dönüşecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti içinde de yer aldı ve bu cemiyetin çıkardığı “Öz Dilimiz” dergisinin başyazarlığını üstlendi.
Reşit Galip, 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanlığı’na atandı. 26 Eylül 1932’de açılışı yapılan Türk Dil Kurumu’nun başkanlık görevini üstlendi.
Bakanlığı sırasında ilkokuldan başlayarak öğrencilere Atatürk ilkelerine bağlılık ruhu aşılamaya yönelen Reşit Galip, Cumhuriyet 10. yılını doldururken 23 Nisan 1933 sabahı çocuklarına kendi yazdığı bir andı okutmuş ve o gün Çocuk Haftası’nı açış konuşmasında da bu metni tekrar etmişti. Öğrenci Andı olarak bilinen metin, bu konuşmanın ardından bakanlıkça yayımlanan bir genelge ile Cumhuriyetin 10. yılından başlayarak okullarda sürekli hep bir ağızdan okutulmuştur.
Dünyanın sayılı müzeleri arasına giren Anadolu Medeniyetleri Müzesi, onun bakanlığı döneminde tasarlandı. Milli bir müze kurulmasının yanı sıra Milli Kütüphane ile İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulması da onun bakanlığı döneminde kararlaştırılmıştı.
Bakanlığı dönemindeki en büyük dönüşüm, 1933 yılındaki “Üniversite Reformu”dur. İstanbul Darülfünunu’nun çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi kararı 1931’de verilmişti. Kararın uygulaması Reşit Galip’in bakanlığı sırasında gerçekleştirildi. Kadro oluşturulurken Nazi Almanyası’ndan kaçan Alman bilim insanlarına yer verildi. İstanbul Üniversitesi’nin gerçek bir bilim merkezi olmasını sağladı.
Gerçek bir Atatürkçü olan Reşit Galip, Aydınlanma devrimleri yoluna daha çok hizmet edeceği bir yaşta, 5 Mart 1934’te, 41 yaşında yaşamını yitirdi.
REŞİT GALİP TARAFINDAN YAZILAN “ANDIMIZ”:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam: Küçüklerimi korumak
büyüklerimi saymak;
Yurdumu, halkımı özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.”